Fetullahçı Terör Örgütü, akademik dünyayı uzun vadeli stratejik hedeflerinin merkezine yerleştirmişti. Onlara göre üniversiteler yalnızca bilim üretme merkezleri değil, aynı zamanda devletin geleceğini şekillendirecek kadroların filizlendiği alanlardı. Bu yüzden planlama, ince hesaplarla, sabırla ve sistematik bir şekilde yürütüldü. Her şey, yıllar öncesinden başlatılan eğitim temelli çalışmalara dayanıyordu. Mevcut kadro veya eğitiminden getirilen kadrolaşma. Öğrenciler henüz lise çağındayken cemaatin radarına giriyor, seçilenler dershane ve yurtlarda yakın takibe alınıyor, üniversiteye yerleştikten sonra da "ev abisi" ya da "abla" denilen örgüt sorumlularıyla bağları daha da kuvvetlendiriliyordu.
Akademik kadroya geçiş süreci, cemaat için hem en kritik hem de en kontrollü ilerleyen aşamaydı. Bir öğrenci, akademisyen olma potansiyeli gösterdiği anda özel ilgiye tabi tutuluyor, yüksek lisans ve doktora süreçlerinde cemaat bağlantılı danışmanlarla eşleştiriliyordu. Bu süreçte bilimsel başarıdan ziyade, sadakat ve itaat ön plandaydı. Cemaatin hiyerarşik yapısı, akademik dünyaya da birebir yansıtılmıştı. Her üniversitede, her fakültede “gizli sorumlu”lar bulunuyor, örgüte bağlı akademisyenler arasında haberleşme ise doğrudan değil dolaylı yürütülüyordu. Herkesin bir üst sorumlusu vardı ama birbirlerini çoğunlukla tanımazlardı. Bu hücre tipi yapılanma, deşifre olmalarını zorlaştıran temel kalkanlardan biriydi.
Üniversite içindeki örgütlenmenin bir diğer ayağı da bilimsel toplantılar, kongreler ve dergilerdi. Örgüt, kendi kontrolündeki yayın organlarında yazılar yayımlayarak üyelerine akademik puan kazandırıyor, kongrelerde ise sadece kendi ağından gelen bildirileri öne çıkarıyordu. Yayın teşvik sistemini cemaat çıkarları doğrultusunda kullanmakta mahirdiler. Kendi çevresindekilerin akademik kadrolaşmalarında gizliden gizliye yapılanma içersin’de olduğu , yetkileri tamamen kendi örğüt mensuplarına kullanan bir yapılanma,ünüverste içersinde örğütlenmeler ve gruplaşmaları yapının hassasiyetini göstermekdedir.Hatta kimi durumlarda, karşıt görüşlü akademisyenlerin puanlarını düşürmek ya da jüri dışı bırakmak için bile örtülü operasyonlar düzenlediler. Bazı akademisyenlerin doçentlik ya da profesörlük yolculukları bu yolla sabote edildi.
Tüm bu akademik örgütlenmenin nihai hedefi, yalnızca üniversitelerde etkin olmak değil; üniversiteler aracılığıyla kamuya, bürokrasiye, yargıya ve güvenlik teşkilatlarına nitelikli, eğitimli ama örgüte bağlı personel yetiştirmekti. Kılıf bilimdi, kalkan liyakattı ama hedef açıktı: Devletin en kritik alanlarına sızmak ve bir gün devletin sahibi olmak. Üniversitelerde elde edilen mevkiler, sadece birer kariyer basamağı değil, örgütsel sadakatin ve ideolojik yayılmanın araçlarıydı.
2016 yılına kadar bu yapı büyük ölçüde görünmez kalmayı başardı. Ancak darbe girişiminin ardından yapılan tasfiyelerle bu kirli ağ açığa çıktı. Yüzlerce profesör, binlerce öğretim görevlisi ve akademik personelin kamu görevinden ihraç edilmesiyle üniversitelerdeki FETÖ yapılanmasının derinliği ve yaygınlığı net bir şekilde anlaşıldı. Âmâ yapılanma her ne kadar bittiği ifade edilse de hala kaygı ve şüphe devam etmek de, takip edilmesi zor bir kılıf içersin’de örgütlenmeye devam ettikleri şüphesiz her zaman bizlerin içinde olmalı ve şüpheli şahısları emniyet ve mit gibi kurumlara bildirilmeli bir daha bu tip yapılanmalara izin verilmemeli.